Bugun...


Dr. Abdullah Köktürk

facebook-paylas
Anayasa Değişikliği Tartışmaları: Egemenlik Millete mi? Tek Kişiye mi?
Tarih: 07-03-2017 23:26:00 Güncelleme: 07-03-2017 23:30:00


 

 

Türkiye ekonomik, sosyal, siyasal ve güvenlik sorunları olan bir ülke. Enerjisini bu sorunlara harcayacağı yerde son birkaç yıldır bir anayasa tartışmasının içine çekilmiş durumda. Yaklaşık bir ay içinde referanduma gidilecek ve AKP-MHP ortak anayasası oylanacak.

 

Anayasalar toplumsal uzlaşma metinleridir ve bu nedenle salt çoğunlukla değil oy birliği ile kabul edilmesi gerekir. Anayasa değişikliğinin kabulü için referandumda yüzde 51 çoğunluğun yeterli olduğu vurgulanmaktadır. Bunun gibi ülkede bir çok kişi anayasanın çoğunlukla yapılabileceğine inanıyor. Üzerinde en çok tartışılan 1982 anayasasının yüzde 92.5 oyla kabul edildiği ama bunu bile yeterli olmadığı ortada iken, anayasa değişikliğinin çoğunluk oyu ile kabul edilebileceğine inanmak ne kadar gerçekçi bunu tartışmak gerekiyor. Yeni anayasanın içerik tartışmalarını şimdilik bir yana bırakarak, anayasanın yapım sürecine odaklanırsak, dünyada anayasaların nasıl yapılacağı konusunda çalışmış birçok düşünür olduğunu göreceğiz. Bunlardan birisi de Fransız düşünür Jean Jacques Rousseau’dur. Bundan 250 sene önce Rousseau “Toplum Sözleşmesi” adlı kitabında “Genel İrade”den bahsetmişti. Bu “İrade”, yurttaşları birleştiren ortak çıkardı. Genel İrade her zaman doğru, haklı ve kamu yararına yönelikti. Genel İrade Rousseau’ya göre toplumun oy birliği ile oluşturduğu iradesi idi. Genel İrade oluştuktan sonra fertler özgürlüklerini bu iradeye teslim ediyorlar ve bu iradenin kurallarına uymayı kabul ediyorlardı. Bu irade egemenlikti ve toplumun anayasası idi.

 

Genel İrade’yi hakim kılmak için anayasa üzerinde oy çokluğu ile değil, oy birliği ile anlaşılması gerekmektedir. Oy birliği için öncelikle Türkiye’deki en az 50 bin kişilik, etnik, dini, siyasi grupların veya meslek örgütlerinin anayasada istedikleri veya istemedikleri maddeleri yazacakları metinlerin ortaya çıkması beklenebilir. Bu metinlerin birbiri ile çelişen maddeleri atılıp, birbiri ile örtüşen maddeleri anayasa maddesi olarak yazılırsa küçük, kısa ama her grubun üzerinde anlaştığı bir anaya metni ortaya çıkmış olur. Gruplar oybirliği ile kabul ettikleri bu anayasayı her şeyin üzerinde tutacaklardır. Ancak bir grubun yazdığı anayasa oy çokluğuna güvenerek dayatıldığı zaman anayasanın kabulünün ertesi günü yeni anayasa tartışmaları başlayacaktır.

 

A. Anayasa değişikliğinin amacı nedir?

 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında değişiklik yapılması hakkındaki kanun teklifinin gerekçesinde, anayasalar toplum tarafından devleti hukukla sınırlamak için hazırlanan metinlerdir denmektedir. 1961 ve 82 anayasasından bahisle daha önce yapılan anayasaların devleti sınırlamak için değil toplumu hizaya sokmak için hazırlanan metinler olduğu söylenmektedir.

 

Hemen ikinci paragrafta ise, mevcut anayasada bulunan ve devletin bir yönünü oluşturan iktidarı sınırlayan kurumların seçimle oluşan iktidarı sınırladığından yakınılmaktadır. Bu duruma da “vesayet sistemi” denilmekte, anayasa teklifi ile bu vesayet sistemine son verilerek milli iradenin hâkim kılınacağı vurgulanmaktadır.[i]

 

Bunların yanında AKP hükümeti tarafından anayasada yapılan değişiklikler ile;

 

- Kurulacak güçlü bir cumhurbaşkanlığı sistemi ile yürütmede hızlı karar alınıp uygulanabileceği

 

- Yürütmede gücün tek kişide toplanmasının Başbakan Cumhurbaşkanı arasında yetki karmaşasından oluşabilecek sistem karmaşasına son vereceği

 

- Bu durumda daha istikrarlı bir yönetim ve ülke olunacağı

 

- Terörün önleneceği

 

- Darbelere geçit verilmeyeceği

 

- Ekonomik ve siyasi yönden güçlü, dünyada sözü dinlenen bir ülke olunacağı savunulmakta ve yapılan değişiklilerin bir rejim değişikliği değil bir hükümet değişikliği getirdiği vurgulanmaktadır.

 

Muhalefet ise;

 

- Başkanlık sistemi gelirse ülkenin federasyona dönüşebileceği,

 

- Tek adam rejimi ile ülkenin totaliterleşeceği,

 

- Güçler ayrılığı yerine güçler birliği oluşacağı tüm gücün bir tek kişide toplanacağı,

 

- Demokrasinin gereği olan yönetimin denetlenmesi ilkesinin yok olacağı,

 

- Ülkede bir saltanat rejiminin oluşabileceği, gerekçeleri ile buna karşı çıkmaktadır.

 

Türkiye’nin bir federasyona dönüşme olasılığı

 

Bu görüşe neden sebep olduğumuzu anlatmadan önce bizi bu düşünceye sevk eden olaylar zincirini hatırlamamız icap eder.

 

1991 yılında başlayan Birinci Körfez Harekâtına Türk ordusu karşı çıkmış hatta bu durum Genelkurmay başkanı Orgeneral Necip Torumtay’ın istifası ile sonuçlanmıştı.

 

2002 yılında ABD Irak’ı işgale karar vermiş buna karşı çıkan Bülent Ecevit başkanlığındaki 57. Hükümet Demokratik Sol Parti milletvekillerinin bir bölümünün istifası ile yıkılmış, alınan erken seçim kararı ile yerine çok kısa zamanda kurulan ve Irak’ın işgaline yumuşak bakan AKP hükümeti iktidara gelmişti. Mart 2003’de de Irak’ın İşgali ile sonuçlanan “İkinci Körfez Savaşı” başlatılmıştı. 2003 Irak işgaline de TSK’nin karşı çıktığı bilinmektedir. Ancak 2007 yılında Genelkurmay Başkanı ve o zamanki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan arasında yapılan Dolmabahçe görüşmesi sonucunda TSK Irak konusunda ABD hükümetle aynı görüşte olmaya başlamıştır.

 

7 Ağustos 2003 yılında The Washington Post gazetesinde Eski ABD Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından kaleme alınan bir makalede, Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarının değişeceği vurgulanmıştı.[ii]

 

2006 yılında ABD Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde içinde Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu da içine alan büyük bir Kürdistan’ı da gösteren parçalanmış muhtemel bir Ortadoğu haritası yayınlanmıştı. Aşağıda o haritayı görüyorsunuz.

 

 

Haziran 2007'de Ümraniye'de bir gecekonduda 27 el bombası bulunması sonucunda başlayan Ergenekon davası ile başlayan ve Haziran 2010’da Balyoz davaları ile devam edip TSK’ni hareket edemez duruma düşüren süreç Temmuz 2015 de üzerinde birçok şaibe bulunan darbe kalkışması ile TSK’nin felç edilmesi ile neticelenmiştir.

 

Benzer süreç Kürtler için de geçerlidir.  Ekim 2010 yılında başlayan KCK davaları ile Kürt aydınlar söz söyleyemez hale getirilmiştir. Kürtler üzerinde bu süreç 2016 yılında HDP genel başkanı ve milletvekillerinin tutuklanması ile doruğa ulaşmıştır.

 

AKP hükümeti bir yandan Kürt aydınları felç ederken, bir yandan da 2009 yılında PKK ile MİT aracılığı ile çözüm süreci altında yürüttüğü görüşmelerine devam ettirmiştir.

 

2010  yılında Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas'ta küçük çapta olmak üzere tüm Arap Dünyasında “Arap Baharı” adı verilen halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalar başlamıştır. Bunun sonucunda Libya ve Yemen parçalanmış, Mısır ve Tunus’ta yönetim değişiklikleri oluşmuştur. Kolaylıkla yıkılacağı düşünülen Suriye rejimi ise ordusu ve halkının direnmesi ile yıkılmamış daha sonra İran ve Rusya’nın da yardıma gelmesi ile kaybedilen toprakları ABD ve müttefikleri tarafından desteklenen isyancı güçlerden geri alınmaya başlanmıştır.

 

Büyük olasılıkla Türkiye’nin asker ve sivil yöneticilerinin inandırıldıkları durum, planlar istediği gibi yürüseydi Türkiye’nin bölge gücü olacağıdır. Hatta Musul ve civarının Türkiye’ye bırakılacağı yalanına bile inandırılmış olabilirler. Biraz strateji bilgisi olan bunun olamayacağını görebilirdi ama Türk yöneticiler basiretsiz ve strateji konusunda sığ oldukları için buna kolaylıkla kanmış olabilirler.

 

Ancak nihai planın Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu içine alacak bir Kürdistan olduğu bilinmelidir. Bunun için önce Türkiye için belli bölgelerde özerklik verilmesi veya federasyon bu planlar için en uygun çözüm olarak görülmektedir.

 

BM Genel Kurulu 16 Aralık 1966 tarihinde ve 2200 A (XXI) sayılı kararıyla “ikiz sözleşmeler” diye bilinen iki uluslararası sözleşme kabul etmiştir. Bunlar; “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme"[iii] ve  "Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme"dir.[iv] Türkiye bunu yıllarca onaylamaz. Sebebi sözleşmelerin aşağıdaki birinci maddesinde gizlidir;

 

Birinci maddenin adı; “Halkların kendi kaderini tayin hakkıdır” ve maddenin birinci fıkrası; “Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler” demektedir.

 

Otuzyedi sene mecliste onaylanmayan bu iki sözleşme, AKP hükümeti daha birinci yılını doldurmadan 4867 ve 4868 sayılı kanunlar olarak 4 Haziran 2003’de TBMM’de kabul edilmiştir.[v]

 

Bununla da kalınmamış Uluslararası sözleşme ve antlaşmaların onaylanmasını düzenleyen Anayasanın 90’ıncı maddesine TBMM’nde 7.05.2004 tarih ve 5170 sayılı yasa ile, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” diye bir 7’nci fıkra eklenmiştir.[vi] Anayasaya eklenen bu madde ile onaylanan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, BM İkiz Sözleşmeleri vb. tüm uluslararası antlaşmalara yasalarımızın üzerinde bir anayasal üstünlük sağlanmıştır.

 

Ancak bu sözleşmelerin onaylanmış olması Türkiye’nin bir bölgesinde özerk devletlerin oluşacağı veya federasyona geçileceği anlamına gelmemektedir. Bunun için belirtilen bölgelerde plebisit yapılması gerekmektedir. Plebist yapılması gereği BM de onaylanırsa artık bu konu direk Cumhurbaşkanı tarafından imzalanarak yürürlüğe girebilecektir. Bunun için Anayasanın 104. Maddesinde Cumhurbaşkanlarının görevlerine bakmak yeterlidir. Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı, Uluslararası antlaşmaları onaylayacak, Bakanlıkları, devlet dairelerini, kurumları kuracak, kaldıracak, görevlerini belirleyecek, atayacak, azledecek, soruşturma yapacak, disiplin işlerini düzenleyecek, ihale yapacak, bölgesel yönetimler kurabilecek. Milletvekili adaylarını belirleyecek, Meclis’in oluşumuna müdahale edecek, Meclis’i feshedebilecektir.

 

Yine yeni anayasaya göre, Cumhurbaşkanına, kararname çıkararak, merkezi  idare kapsamında bölgesel yönetim birimleri, bölgesel yapılar, bölgesel kamu kurum ve kuruluşları oluşturulabilme yetkisi verilmektedir. Bu durumun da federasyona geçiş hazırlığı olduğu düşünülebilir.

 

Anayasa değişikliği teklifinin Türkiye'yi federasyona götüreceği eleştirisine yanıt veren AKP Grup Başkanvekili Naci Bostancı, 'Bölünme tehdidi aşıldığında Prens Sabahattin’den beri dile gelen ademi merkeziyete ilişkin konular konuşulabilir' demiştir. (24 Aralık 2016)

 

Başka bir söylem de eğer bu anayasa değişikliği içinde özerklik veya federasyon  amacı varsa neden HDP’nin bu teklifin karşısında durduğudur. Oysa HDP içinde referandumun boykot edilmesi konuşulmaya başlanmıştır. Referandumun boykot edilmesinin “Evet” anlamına geleceği bilinmektedir. Hatta Kürt halkı arasında yapılacak bir propaganda ile resmi söylem boykot olmasına rağmen “Evet” vermeleri  bile sağlanabilir. HDP’nin şu an suskun kalmasının bir sebebi olarak da kendilerine AKP tarafından federasyon sözü verildiği belirtilmektedir.

 

HDP Eş başkanları ve onlarca milletvekili hapiste olmasına rağmen Kürtlerin yeterli tepki göstermediği görülmektedir.  Başka bir düşünce de HDP’nin anayasaya evet demesinin evet oylarını değil hayır oylarını arttıracağıdır.

 

B. Anayasa değişiklik maddelerinin incelenmesi

 

Toplam 18 değişiklik düşünülen Anayasa’da bu değişiklik maddelerini tek tek incelersek,

 

1. Referanduma gidecek Anayasa değişikliğinde, İlk değişiklik 9. Maddesinde yapılmaktadır. Burada “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” yerine “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” denilmektedir.

 

Anayasa metnine böyle bir ekleme yapılmasında, prensip olarak herhangi bir sakınca bulunmadığı, hatta bunun faydalı olacağı söylenebilir. Bununla birlikte, yargı bağımsızlığı ile yargısal tarafsızlık hedeflerine yalnızca Anayasa'ya bu konuda hükümler konulmak suretiyle ulaşılamayacağı açıktır. Ancak, bu noktada daha da önemli olan, bizatihi yargı bağımsızlığına aykırı ve yargının tarafsızlığını zedeleyici nitelik taşıyan kimi hükümlerin yeni anayasa değişikliğinde yer almasıdır. Bu değişiklik sözde bir değişikliktir ve birazdan aşağıda göreceğimiz maddelerde bu tarafsızlığa nasıl aykırı durumlar olduğu görülecektir.

 

2. değişiklik 75. Maddede yapılmakta ve TBMM milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkarılmaktadır. Demokrasinin gereklerinden birisi de temsilde adalet ilkesidir. Yüzde 10 barajı kaldırılmadan milletvekili sayısını arttırmak bu amaca hizmet etmediği gibi aksine çoğu yetkisi cumhurbaşkanına devreden meclis harcamalarının artmasına sebep olarak yeni yükler getirecektir. Bu madde anayasa değişikliğinin meclisteki oylanmasına ikinci kez seçilme olanağı sunması dolayısı ile iktidar partisi milletvekillerine rüşvet olarak da görülebilir.

 

3. değişiklik 76. Maddede yapılmıştır. Bu değişiklik ile milletvekili seçilme yaşı 25 den 18’e düşürülmüştür. Bu madde gençlerin siyasette önünü açmaktan ziyade makyaj niteliktedir. Gençliğin siyaset yapmasını her fırsatta engelleyen, üniversitelerde bildiri dağıtmayı bile yasaklayan, hapishaneleri muhalif öğrencilerle dolduran iktidarın bu maddeyle yapmak istediği, gençlere siyasetin yolunu açmaktan ziyade, zaten meclisi tıka basa dolduran patronların ve toprak ağalarının çocuklarına da meclisin kapılarını açmaktır.

 

4. değişiklik 77. Maddede yapılmaktadır. Bu değişiklik ile Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin beş yılda bir ve “…aynı günde…” yapılması öngörülmektedir. Mevcut durumda, Meclis seçimleri 4 yılda bir, Cumhurbaşkanı seçimi 5 yılda bir farklı zamanlarda yapılmaktadır.

 

Bu madde Meclisi işlevsizleştirmenin ve meclis aracılığıyla muhalefetin yürütme üzerinde baskı kurmasını engellemenin yollarından biridir. Cumhurbaşkanı ve meclis aynı günde seçildiğinde hem cumhurbaşkanının hem de meclis çoğunluğunun aynı partiden olması büyük olasılıktır. Cumhurbaşkanının seçildikten sonra kıdem tazminatını kaldırdığını, asgari ücrete sıfır zam uyguladığını, enflasyonu arttıran politikalar izleyerek patronları zenginleştirip işçiyi emekçiyi işsizlikle ve sefaletle yüz yüze bıraktığını düşünelim. Cumhurbaşkanı 5 yıl boyunca bu icraatlarının hesabını sandıkta vermeyecektir. Mecliste cumhurbaşkanının her dediğini yapan çoğunluk hiç değişmeyecektir. Eğer farklı zamanlarda seçim yapılsaydı yürütme yaklaşan seçimi düşünerek emekçi kitlelerin baskısına daha açık olacaktı.

 

Bir başka ihtimal de, aynı günde yapılan seçimler neticesinde Cumhurbaşkanı ile Yasama organı çoğunluğunun farklı siyasî görüşlere mensup kişiler arasından seçilmesi olabilir. Bu durumda, "Başbakan" ve "Meclis" seçimleri aynı günde ve doğrudan halk tarafından yapılmış olmasına rağmen, Başbakan ile Meclis'teki 1. Partinin farklı siyasî görüşleri temsil eden kişiler arasından seçilebildikleri düşünülebilir. Bu türden sonuçların ortaya çıkması muhtemel hallerde ise, doğrudan halkoyuyla seçilen Cumhurbaşkanı ile farklı siyasî görüşteki Yasama çoğunluğu arasında çeşitli siyasî krizlerin doğması, her zaman ihtimal dâhilinde olacaktır. 

 

5. değişiklik 87. Maddede yapılmaktadır. Bu değişiklik ile, “…Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetlemek…” görev ve yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin görev ve yetkileri arasından çıkarılmaktadır. Ayrıca bütçe tasarısı yerine bütçe teklifi kavramı getirilmektedir. AKP’nin referandum kampanyasında benimsediği “güçlü meclis” sloganının ne kadar büyük bir yalan olduğunun en açık göstergesidir. Meclisin, Bakanlar Kurulunu ve tek tek bakanları denetleme görev ve yetkisi olmadan nasıl güçlü olduğu söylenebilir. Ayrıca bütçe tasarısı kavramı yerine bütçe teklifi kavramının benimsenmesiyle meclisin bütçe üzerindeki denetiminin kısıtlanmasının da zemini oluşturulmuştur. Aşağıda açıklayacağımız diğer maddelerle birlikte meclisin bütçe üzerindeki etkisinin tamamen ortadan kaldırıldığı görülecektir.

 

6. değişiklik 89. Maddede yapılmaktadır. Bu değişiklik ile, “Türkiye Büyük Millet Meclisi, geri gönderilen kanunu üye tam sayısının salt çoğunluğu ile aynen kabul ederse, kanun Cumhurbaşkanınca yayımlanır” denmektedir. Daha önce basit çoğunluk aranan, aynen kabulde bu sefer salt çoğunluk aranması Cumhurbaşkanının veto yetkisini Cumhurbaşkanı lehine arttıran bir durum yaratmaktadır. Bu durum Cumhurbaşkanının yasamaya müdahalesinin artması olarak da düşünülebilir.

 

7. değişiklik anayasanın 93. Maddesinde yapılmaktadır. Bu değişiklikte, “Meclis, bir yasama yılında en çok üç ay tatil yapabilir; ara verme veya tatil sırasında, Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır” denmektedir.

 

Yine bu değişiklik ile, Türkiye Büyük Millet Meclis'in ara verme veya tatil sırasında acil bir ihtiyaç ortaya çıktığında dahi kendi iradesiyle toplanamayacağı; bunun için ancak Cumhurbaşkanı'nın çağrısına ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır. Bu madde de Cumhurbaşkanlığı makamı ve yürütmeyi yasama karşısında daha da güçlendirmektedir.

 

8. değişiklik anayasanın 98. Maddesinde yapılmaktadır. Bu değişiklik ile, “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bilgi edinme ve denetim yolları” kısıtlanmakta, sözlü soru önergesi ve gensoru kaldırılmaktadır. Meclisin bilgi edinme ve denetim görev ve yetkilerini tamamen iğdiş eden bir değişikliktir. Bu kapsamda gensoru ve sözlü soru önergesi tamamen kaldırılmaktadır. Gensoru yolsuzluk yapan, halk aleyhinde icraatlara imza atan bakanların veya topyekûn hükümetin meclis tarafından denetlenmesinin ve gerektiğinde görevden uzaklaştırılmasının bir yoluydu. Meclis gensoru mekanizması olmadan hükümet üzerinde denetim yapamayacaktır. Geriye sadece yazılı soru önergesi bırakılmaktadır. Yazılı soru önergesi de 15 gün içinde yanıtlanmak üzere sadece cumhurbaşkanı yardımcılarına ve bakanlara sorulabilmektedir. Yani meclis cumhurbaşkanına soru bile yöneltemiyor. Ayrıca muhatabın sorulan sorulara halkın önünde sözlü olarak cevap verme yükümlülüğü bile yok. Örneğin cumhurbaşkanı metal işçilerinin grevini milli güvenlik gerekçesiyle yasakladı. Eski bir sendikacı milletvekili soru önergesi vererek Fransız, Amerikan şirketlerinin kârlarını koruyan bu yasaklamanın hangi somut verilerle milli güvenliği korumuş olabileceğini sorduğunda buna bir cumhurbaşkanı yardımcısı ya da bakan iki cümlelik bir kağıt parçasıyla hem de 15 gün sonra cevap verecektir. Halbuki kürsüden cevap vermek zorunda olsa kızaracak bozaracak, kekeleyecek bu yasaklamanın gerçek niteliğini herkes görebilecekti. Gerçekten de taşeron işçilerin sorunlarından atanmayan öğretmenlere, yolsuzluklardan kamudaki pek çok hak ihlaline kadar işçi ve emekçileri ilgilendiren meselelerin gündeme gelmesi ve sorumlular üzerinde baskı oluşturulması açısından sözlü soru önergeleri etkili olmuştur. Şimdi bu olanak ortadan kaldırılarak, yürütmeye hem yasa ile denetlenmeden hem de insanlar önünde sözlü olarak hesap vermeden keyfi davranabilme serbestliği sağlanmaktadır. Cumhurbaşkanına soru bile sorulamamakta, yazılı soru sadece yardımcıları ve bakanlar için geçerli olmaktadır.

 

9. değişiklik anayasanın 101. Maddesinde yapılmaktadır. Bu değişiklik ile, mecliste grubu olan ya da son seçimde en az yüzde 5 oy almış partilerin kararıyla ya da 100 bin seçmenin imzasıyla cumhurbaşkanı adayı gösterilebilecektir. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra partisiyle ilişkisi kesilmeyecektir. Ayrıca bu değişiklikte,  “Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” maddesi yer almaktadır. Sondan başlayacak olursak iki defa seçilme maddesinin kadük olduğu 116. Maddede yapılan değişiklikle görülecektir.

 

Partili Cumhurbaşkanlığı ise başlı başına bir garabettir. Geçtiğimiz dönemde, cumhurbaşkanı halkoyu ile seçildiği için başından beri bir fiili durum yaratmış, beni halk seçti diyerek yetkilerinin dışına çıkmıştır. Siyasi konularda taraf tutmuş, çoğu zaman işi muhalefet partilerine hakaret etmeye kadar vardırmıştır. Seçimlerde her partiye eşit haklar sağlanması gerekirken, açılışlar adı altında AKP lehine daha fazla miting yapma, televizyonları tamamen kaplama olanağına kavuşmuştur. Bunların hepsi Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen Bahçeli’nin de desteği ile AKP şimdi Anayasa’ya aykırı fiili durumu yasallaştırmak istemektedir. Ama partili cumhurbaşkanlığı ile yeni fiili durumlar ortaya çıkacaktır.

 

Cumhurbaşkanı en başta makyaj olarak pakete koyulan maddede söylendiği gibi bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı üyelerini atayacaktır. Ancak sonuçta bir partinin genel başkanı tarafından atanmış olan yargıçlar bu partiden bağımsız hareket edemeyecektir. Kendisini atayan partiye ve bu partinin kolu kanadı altına girmiş patrona, tüccara, toprak ağasına karşı bağımsız ve tarafsız olmasının mümkün olmadığı yeni bir fiili durum oluşmuş olacaktır. Aynı şey diğer tüm kamu kuruluşları için de geçerli olacaktır. Yine grev yasağından gidecek olursak, cumhurbaşkanının partisinin belediyesinde greve giden işçilerin özgürce toplu sözleşme yapma hakkı tamamen ortadan kalkmış olacaktır. Anayasa’ya aykırı şekilde grevleri yasaklansa ya da anayasal haklarını kullanarak iktidar yandaşı olmayan bir sendikayı seçmeleri engellense, başvuracakları mahkemeler de cumhurbaşkanından başlamak üzere söz konusu partinin baskısı altında karar vereceklerdir. Üst mahkemelerin yargıçları ise zaten yine iktidar partisinin genel başkanı olan cumhurbaşkanı tarafından atanmış olacaktır. Vatandaşlar önceki seçimlerde kime oy vermiş olursa olsunlar, bu haksız uygulama karşısında sandıkta hesap sormak istediklerinde, hem cumhurbaşkanı hem meclis seçimlerinin aynı anda yapılacağı seneyi beklemek zorunda kalacaklardır.

 

10. değişiklik anayasanın 104. Maddesinde yapılmaktadır. Bu değişiklik ile Anayasa’nın 104. mad­desi neredeyse tümüyle baştan yazılmakta ve cumhur­başkanının görev ve yetkilerinin ne­ler olduğu sıralanmaktadır.

 

Bu maddede sıralanan yetkiler, bir denetim ve hesap verilirliğin olmadı­ğı da hesaba katılırsa tam anlamıy­la tiranlık yetkileridir. Devletin başı olarak tanımlanan cumhurbaşkanına yürütme yetkisi tümüyle devredilmiş­tir. Cumhurbaşkanı yardımcılarını ve bakanları atamakta, ama güven oyu kalktığı için bu atamaların mecliste tartışılması ve oylanması artık söz konusu olma­yacaktır. Aslında öngörülen sistemde Bakanlar Kurulu, bugün sarayda istih­dam edilmiş danışmanların ünvanının bakan olarak değiştirilmesinden iba­rettir. Cumhurbaşkanı milli güvenlik politikasını tek başına belirleme yetki­sine sahip olacaktır. Söz gelimi kendi iktidarı için tehlike oluşturan, yaptığı yolsuzluk ve hukuksuzluklar konu­sunda hesap sormak isteyen insanları ve grupları terör örgütü, milli güvenlik düşmanı ilan edebilecektir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kulla­nılması yetkisi de cumhurbaşkanına verilmektedir. 1 Mart tezkeresini hatırlarsak, bugün cumhurbaşkanı olan Erdoğan ve partisi AKP, 2003’te Türk ordu­sunu ABD ile birlikte Irak’ta kullan­mak ve Türkiye topraklarını ABD’nin Irak’a yönelik askeri operasyonlarına açmak için meclise tezkere sunmuştu. Bu tezkere halkın büyük tepkisi sonu­cunda mecliste reddedilmişti. Bu sistem geçtikten sonra bir daha böyle bir şey olmayacaktır. Cumhurbaşkanı tek başına asker kullanılmasına karar verebilecektir.

 

Cumhurbaşkanına tiranlık yetki­leri veren en önemli düzenlemelerden biri de cumhurbaşkanı kararnamesi çıkartma yetkisidir. Anayasa’da bu ka­rarnamelerin yürütme yetkisi ile sı­nırlı olduğu, Anayasa’ya ve mevcut kanunlara aykırı olamayacağı öngö­rülmektedir. Ama bunun denetimini kim yapacaktır? Anayasa değişikliğini savu­nan MHP’nin de vurguladığı gibi her gün Anayasa ihlali yapılan ve bunun hiçbir şekilde yasal olarak denetlenemediği son iki buçuk yılda görülmüştür.

 

Bu değişikliğe ayrıca Cumhurbaşkanı kararnamesi ile üst kademe kamu yöneticilerini atar ve görevlerine son verebilir maddesi eklenmiştir.

 

11. değişiklik 105. Maddededir. Bu madde Cumhurbaşkanının cezai sorumluluğu hakkındadır. Değiştirilen madde ile, cumhurbaşkanının yar­gılanması imkânsız hale getirilmektedir.

 

Cumhurbaşkanı bir suç işlerse TBMM üye tamsayısının salt çoğun­luğunun (301) vereceği önergeyle soruşturma açılması istenebilecek; soruşturma açılmasına TBMM üye tamsayısının beşte üçünün gizli oyu ile (360) karar verilecektir. Eğer her iki aşama da geçilebilirse TBMM bünye­sinde 15 kişilik bir komisyon oluştu­rulacak ve bu komisyon raporunu iki ay içinde meclis başkanına sunacaktır. Soruşturma raporu tekrar mecliste görüşmeye açılacak, bütün bunlardan sonra TBMM üye tamsayısının üçte ikisi yargılansın derse o zaman cum­hurbaşkanı Yüce Divana yani Ana­yasa Mahkemesi’ne sevk edilebilecektir. Daha sonra göreceğimiz gibi cumhur­başkanını yargılayacak mahkemenin üyelerinin çoğunluğunu atama yetkisi cumhurbaşkanının kendisine veril­mektedir. Önerilen düzenlemede ise Cumhurbaşkanlığı makamı bir yandan en yüksek yetkilerle donatılmakta, diğer yandan ise cezai denetimi imkânsıza yakın bir hale getirilmektedir.

 

12. değişiklik 106. Maddede yapılmaktadır ve Cumhurbaşkanına vekalet hakkındadır.  Bu maddedeki değişiklik ile cumhurbaşkanı bir ya da daha fazla cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilecek, cumhur­başkanı herhangi bir sebeple görev başında olmadığında tüm yetkileri­ni cumhurbaşkanı yardımcısı kulla­nabilecektir. Cumhurbaşkanı ölürse 45 gün içinde yeniden seçime gidilecektir. Bu süre zarfında cumhurbaşkanının ken­di atadığı yardımcısı halk tarafından seçilmediği halde tüm yetkileri kulla­nabilecektir. Cumhurbaşkanı yurt dışına çıktığında ya da hastalık sebebiyle görevini yapamadığında da cumhur­başkanı yardımcısı yurt dışından dö­nene ya da hastalık geçinceye kadar tüm yetkileri kullanacaktır. Bu madde ile cumhurbaşkanı oğlunu ya da 18 yaşına basmışsa torununu cumhurbaş­kanı yardımcısı yapıp tüm yetkilerini devredebilir eğer seçildikten sonra hemen hastalanırsa ve bu hastalık beş sene boyunca geçmezse tüm bu zaman zarfında yeni bir seçim yapılmadan oğul ya da torun OHAL ilan edip tüm yasaları değiştirebilecek, tüm yüksek yargıyı atayıp, devlet kurumlarının yapısını şekillendirebilecek, silahlı kuvvetlerin kullanımına karar vere­bilecek, asgari ücreti kaldırabilecek, sendikaları kapatabilecek ve daha pek çok tiranlık yetkisini kullanabilecektir. Saltanata giden yolun kapısı ardına kadar açılacaktır.

 

Başka bir sakıncalı durum da, Cumhurbaşkanı tarafından atanacak "Cumhurbaşkanı Yardımcıları"nın sayısının ne olacağı ve bu kişi(ler)in hangi asgari nitelikleri taşımaları gerektiği konusunda herhangi bir belirleme yapılmamış olduğudur. Gerçekten, teklif kapsamında bu göreve kaç kişinin getirilebileceği ve bu kişilerin hangi niteliklere sahip olacakları konusu, tümüyle Cumhurbaşkanı'nın iradesine terk edilmiş olup; bu kararların denetimi de hiçbir şekilde mümkün bulunmamaktadır.

 

Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken asıl husus; Cumhurbaşkanı Yardımcısı konumundaki kişi(ler)in yalnızca Cumhurbaşkanı'na "danışmanlık" yapan kişiler olmakla kalmayacağıdır. Aksine, bu kişi(ler) Cumhurbaşkanlığı'na vekâlet edecekleri süre boyunca Cumhurbaşkanı'na verilmesi önerilen her türlü Yürütme ve Yasama yetkilerini bizzat kullanabileceklerdir.

 

Teklif edilen bu sistemin, yürürlükteki anayasal sistemden tümüyle farklı bir içeriğe sahip olduğu da gözden kaçırılmamalıdır. Zira mevcut anayasal düzenleme uyarınca, Cumhurbaşkanlığı makamına vekâlet ihtiyacı ortaya çıktığında, bu görev Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından üstlenilmektedir. Bu düzenlemenin, önerilen düzenlemeden iki noktada ayrıldığını söylemek mümkündür:

 

1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, aynı zamanda milletvekili olması nedeniyle, bizzat seçilmiş bir kişidir.

 

2. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, makamı itibariyle, aynı Cumhurbaşkanı gibi ilkesel bir tarafsızlık içindedir.

 

Teklif edilen hüküm uyarınca, Cumhurbaşkanı tarafından hiçbir ölçüte bağlı olmaksızın atanacak olan Cumhurbaşkanı Yardımcılarının ise, bu niteliklerin hiçbirine sahip olmayacağı açıktır.

 

Bu noktada ayrıca, böyle bir düzenlemenin, bu konuda bilinen dünya uygulamaları ile de bağdaşmadığını belirtmek gerekmektedir. Gerçekten, örneğin Başkanlık sisteminin en başarılı örneği olan Amerika Birleşik Devletleri'nde, "Başkan Yardımcısı" da, aynı "Başkan" gibi, halk tarafından seçilmekte ve gereken durumlarda Başkan'a ait önemli yetkileri kullanabilmesi de, ancak bu yolla meşrulaştırılmış olmaktadır.

 

13. değişiklik ile anayasanın 116. Maddesi değiştirilmektedir. Bu değişiklik  Seçimlerin yenilenmesi ve Cumhurbaşkanının meclisi fesh etmesi hakkındadır. Daha önceki maddelerde Cumhurbaşkanı iki defa seçilebilir denmesine rağmen bu maddede “Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” denilerek 3. Kez seçilebilmesinin önü açılmaktadır.

 

Mevcut durumda cumhurbaş­kanı 7 Haziran sonrasında olduğu gibi hükümet kurulamadığı ya da güven oyu alamadığı durumlarda (seçimlerden 45 gün sonra hükümet kurulamaz ise) meclisi feshedip seçimlerin yenilen­mesine karar verebiliyordu. Ancak yine Anayasa’da bunu TBMM Başkanı’na danışarak yapması ön­görülmüştü. Yeni değişiklik ile cumhurbaşkanı ne zaman isterse hiç kimseye danışmadan meclisi feshe­dip seçimleri yenileyebilecektir. Bu maddenin mec­lisi zayıflatan, hiçleştiren, geleceğini tek bir kişinin keyfiyetine bırakan bir madde daha olduğu görülmektedir.

 

Yine bu madde ile Meclis üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla (360 milletvekili) seçimlerin yenilenmesine karar verir denmektedir. Oysaki mevcut anayasada bunun için basit çoğunluk yeterli oluyordu.

 

14. değişiklik ile anayasanın 119. Maddesi değiştirilerek OHAL ilan etme yetkisi ve yürütmenin gö­rev alanı dışında da kararname çı­kartma yetkisi tek başına cumhur­başkanına verilmektedir.

 

Hiçbir kuruma danışma zorunlulu­ğu olmadan OHAL ilan etme yetkisini alan cumhurbaşkanı böylece kendi yet­kilerini de istediği zaman sınırsız hale getirebilmektedir. Bugün OHAL altında Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile yapılan her şey sendika, dernek, te­levizyon, gazete, dergi kapatma, kamu çalışanlarını, hakimleri, savcıları, su­bayları kamu görevinden çıkarma ve dahası kalıcı olarak grev yasağı getir­me gibi uygulamaları ve daha fazlasını yapma şansına sahip olacaktır.

 

Mevcut sistemde olağanüstü hali ilan yetkisi "…Cumhurbaşkanlığı Başkanlığı'nda toplanan Bakanlar Kurulu"na aittir. Yetkinin bu şekilde Bakanlar Kurulu tarafından kullanılması, konunun kurul halinde tartışılmasına ve Cumhurbaşkanı'nın da fikir beyan etmesine imkân vermektedir. 

 

15. değişiklik ile anayasanın 142. Maddesine ek bir cümle ile disiplin mahkemeleri haricinde askeri mahkemeler kaldırılmaktadır.

 

16. değişiklik 146. Maddede yapılmakta ve anayasa mahkemesinin kuruluşu hakkındadır. Bu madde ile, Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı 15 olarak belirlenmekte ve 15 kişinin 12’sinin cumhurbaşkanı tarafından seçilme­si sağlanmaktadır.

 

Anayasa Mahkemesi, eğer tüm engeller aşılıp da cumhurbaşkanının yargılanmasına karar verilirse onu yargılayacak olan, tüm icraatlarının Anayasa’ya uygun olup olmadığı ko­nusunda karar verebilecek olan tek mercidir. Anayasa değişikliği ile Ana­yasa Mahkemesi’nin üye sayısı 15 olarak belirleniyor. Bu 15 kişinin 12’si doğrudan cumhurbaşkanı tarafından, kalan 3 üye de yine cumhurbaşkanının genel başkanı olduğu partinin çoğun­luk olması kuvvetle muhtemel TBMM tarafından seçilecektir. Bu durumda Anayasa Mahkemesi tamamen cum­hurbaşkanının kontrolü altına girer. İlk değişiklik maddesinde kâğıt üstünde ifade edilen bağımsızlık ve tarafsızlık tümüyle ortadan kalkar. Yargı deneti­minden azade bir tiranlığın kurulması kaçınılmazdır.

 

• 3 Üyesi, Cumhurbaşkanının iktidar partisi genel başkanı olarak kontrol ettiği Meclis tarafından seçilmekte,

 

• 3 Üyesi, üyelerini Cumhurbaşkanının belirlediği YÖK tarafından önerilmekte ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilmekte,

 

• 4 Üyesi, belli kategori isimleri arasından doğrudan Cumhurbaşkanınca seçilmekte.


• Kalan 5 Üye de Yargıtay ve Danıştay'ın gösterdiği adaylar arasından yine Cumhurbaşkanı tarafından seçilmektedir. 

 

17. değişiklik anayasanın 159. Maddesinde yapılmaktadır. Bu değişiklik ile, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun üye bileşimi de 13 üyenin 7’si cum­hurbaşkanı tarafından belirlenecek şekilde değiştirilmektedir.

 

Daha önce Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun üyesi olan Adalet Bakanı olmadığında ona vekâlet eden Adalet Bakanlığı Müsteşarı kurulun sürek­li ve tabii üyesi haline getirilmiştir. Kurulun 5 üyesi cumhurbaşkanı tara­fından atanmaktadır. Bu 5 kişiye yine cumhurbaşkanı tarafından atanan ada­let bakanı ve müsteşar da eklendiğin­de bağımsız ve tarafsız olması gereken yargının en üst kurulunun tamamen cumhurbaşkanına tabi kılındığı açıkça görülmektedir.

 

Gerçekten de bu değişiklik, Anayasa değişikliği teklifiyle gündeme getirilen bu yeni Anayasa düzeninde hukukun, Yargının ve tüm temel hak ve özgürlüklerin yerinin ne olabileceği konusunda çok açık bir fikir vermektedir. Bu anlayışa göre Yargı, "Kuvvetler Ayrılığı" prensibine uygun olarak işleyen ve özellikle de Yürütme'nin ezici kuvvetine karşı vatandaşlar için bir güvence mekanizması olan bir "Kuvvet" olmaktan uzaklaştırılmakta ve adeta Yürütme'ye tâbi olan bürokratik bir organ şeklinde tasarlanmaktadır. Nitekim Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun üye kompozisyonuna ilişkin olarak önerilen düzenlemeler de, bu anlayışın somut bir yansıması ve dışa vurumu olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. 


Bu tutumun, Yargı Kuvveti'nin niteliğini vurgulamak amacıyla Anayasa'nın 9. Maddesine "…tarafsız…" kelimesi eklenerek verilmek istenen mesajla bağdaşmadığı da, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde karşımızda durmaktadır.

 

18. değişiklikle anayasanın 161. Maddesi değiştirilerek bütçe yapma yetkisi cumhurbaşkanına verilmektedir; milletvekillerinin kamu idare bütçeleri hakkında gi­der artırıcı ve gelir azaltıcı öneriler­de bulunamayacaktır.

 

Kamu bütçesi bir iktidarın icraat­larını hangi sınıfın yararına gerçek­leştirdiğini, hangi alanlara öncelik verdiğini gösteren en önemli siyasi belgedir. Bu yetki de yine tamamen cumhurbaşkanına verilmektedir. Mec­lisin bütçe hakkında görüşüp onayla­mak dışında neredeyse hiçbir yetkisi kalmamaktır. Milletvekillerinin gider artırıcı ve gelir azaltıcı önerilerde bu­lunamaması son derece çarpıcıdır. Söz gelimi bir milletvekili sağlık ve eğitim harcamalarının artırılmasını ya da as­gari ücretten alınan verginin kaldırıl­masını teklif dahi edemeyecektir.

 

Ayrıca anayasanın diğer maddelerinde de bazı değişiklikler yapılmaktadır;

 

123. maddede “kamu tüzel kişiliği, ancak kanunla veya kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulur” denmesine rağmen değişiklikle bu “kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kurulur” denmektedir.  Bu cumhurbaşkanına istediği yerde genel müdürlük vb kurum kurma yetkisi vermektedir. (YÖK, SGK, Sermaye piyasası kurulu vb. hepsi kamu tüzel kişiliktir)

 

117. maddede “genelkurmay başkanının görev ve yetkileri kanunla düzenlenir” denmesine rağmen değişiklikte “Genelkurmay başkanının görev ve yetkileri cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir” denmektedir.

 

Anayasa 118. Maddesinde, “Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevleri kanunla düzenlenir” denmesine rağmen, değişiklikte “ Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin teşkilatı ve görevleri C.Başkanı kararnamesiyle düzenlenir” denmektedir.

 

108. maddede “Devlet Denetleme Kurulu Üyeleri ve Üyeleri içinden Başkanı, kanunda belirlenen nitelikteki kişiler arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanır ve Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin görev süresi ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir” denmesine rağmen değişiklikle “nitelik belirtilmeden cumhurbaşkanı Devlet Denetleme Kurulunun Başkan ve üyelerini atar  ve Devlet Denetleme Kurulunun işleyişi, üyelerinin görev süresi vd. işleri Başkanlık kararnamesiyle düzenlenir” denmektedir.

 

Mevcut durumda, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 22 Asıl, 12 yedek üyesi bulunuyor. (Anayasa m. 159) ve yine mevcut durumda, 22 HSYK üyesinin 4’ünü C. Başkanı seçiyor. 16’sı hakim ve savcıların kendi arasında yaptıkları seçimle belirleniyordu.

 

Değişiklikte ise HSK üye sayısı 22’den 13’e indirilmekte. 6’sı Başkan, 7’si Meclis tarafından belirlenmektedir. Ayrıca, Anayasa değişikliği, referandumda kabul edilirse, 30 gün içinde HSK üyeleri yeniden belirlenmesi gereği de kanun teklifine yazılmıştır.

 

C. Başkanlık rejimi ve parlamenter sistem kıyaslaması

 

Yapılan araştırmalar dünyada parlamenter sistemle yönetilen ülkelerin, gelir adaleti, istikrar, insani gelişmişlik ve demokrasi endekslerinde başkanlık ve yarı başkanlıkla yönetilen ülkelere göre daha iyi durumda olduklarını göstermektedir.(vii)

 

Parlamenter sistemle yönetilen ülkeler;

 

Almanya Hindistan Malta Andorra Hollanda Marşal Adaları Antigua ve Barbuda Irak Mauritius Arnavutluk İngiltere Moldova Avustralya İrlanda Monako Avusturya İspanya Nauru Bahamalar İsrail Nepal Bahreyn İsveç Norveç Bangladeş İsviçre Pakistan Barbados İtalya Papua Yeni Gine Belçika İzlanda Saint Kitts ve Nevis Belize Jamaika Saint Lucia Birleşik Arap Emir. Japonya Saint Vincent ve Grenada Bosna Hersek Kamboçya Samoa Botsvana Kanada San Marino Bulgaristan Karadağ Singapur Butan Kırgızistan Slovakya Çek Cumhuriyeti Kiribati Slovenya Danimarka Kosova Solomon Adaları Dominika Kuveyt Tayland Estonya Lesoto Tonga Etiyopya Letonya Trinidad ve Tobago Fas Lihtenştayn Tuvalu Fiji Litvanya Türkiye Finlandiya Lübnan Ürdün Grenada Lüksemburg Vanuatu Guyana Macaristan Yeni Zelanda Güney Afrika Makedonya Yunanistan Hırvatistan Malezya.

 

Yarı Başkanlık Sistemi ile Yönetilen Ülkeler;

 

Burkina Faso İran Romanya Cezayir Kamerun Rusya Cibuti Kuzey Kıbrıs Sao Tome ve Principe Çin Madagaskar Senegal Demokratik Kongo Mali Sırbistan Doğu Timor Mısır Sri Lanka Ermenistan Moğolistan Suriye Filistin Moritanya Tanzanya Fransa Namibya Tayvan Gabon Nijer Togo Gine Bissau Orta Afrika Tunus Gürcistan Peru Ukrayna Haiti Polonya Yeşil Burun Hong Kong Portekiz.

 

Başkanlık Sistemi ile Yönetilen Ülkeler;

 

Afganistan Gine Nikaragua ABD Guatemala Özbekistan Angola Güney Kore Palau Arjantin Güney Sudan Panama Azerbaycan Honduras Paraguay Belarus Kazakistan Porto Riko Benin Kenya Ruanda Bolivya Kıbrıs Seyşeller Brezilya Kolombiya Sierra Leone Burundi Komor Sudan Çad Kongo Surinam Dominik Cum. Kosta Rika Şili Ekvator Liberya Tacikistan Ekvator Ginesi Malavi Türkmenistan El Salvador Maldivler Uganda Endonezya Meksika Uruguay Fildişi Sahili Mikronezya Venezuela Filipinler Mozambik Zambiya Gambiya Myanmar (Burma) Zimbabve Gana Nijerya.

 

Aşağıki tabloda yönetim sistemlerine göre, dünyada gelir dağılımı eşitsizliği görülmektedir.

 

 

Sonuç

 

Sonuç olarak anayasa oylamasının sonucuna göre, cumhurbaşkanı başkan yetkileri ile donatılarak, ülke otoriter bir yönetim altına girecektir. Meclisin neredeyse tüm yetkileri tek kişiye devredilmiş olacaktır. Egemenlik milletten alınarak tek adama teslim edilecektir. Bütün bunlardan daha vahim olmak üzere ülke bütünlüğü tehlikeye düşecek şekilde, sınırların değişimi dahil bölünme tehlikesi gündeme gelecektir.  

 

 

 

 


[i] http://www2.tbmm.gov.tr/d26/2/2-1504.pdf

[ii] http://www.incanews.net/dosya/15779/2003te-yazilan-bir-makale-ortadoguda-22-ulkenin-sinirlari-degisecek

[iii] https://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d22/c016/tbmm22016089ss0148.pdf

[iv] http://www2.tbmm.gov.tr/d22/1/1-0589.pdf

[v] http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2003/06/20030618.htm#2

[vi] https://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5170.html

[vii] H. Emre Bağçe, Parlamenter Sistem mi, Başkanlık mı? Yoksulluktan Hukukun Üstünlüğüne Ülkelerin Dünyadaki Yeri, İstanbul, Gonca Yayınevi, 2017.

 

 



Bu yazı 9110 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI