Türk-Japon ilişkilerinin başlangıcı olarak, 1871’de Japon Dışişleri Bakanlığı’nda kâtip olarak çalışan Fukuçi Geniçiro’nun, Japon imparatoru Meici’nin (Meji) Avrupa’ya gönderdiği heyet başkanı Büyükelçi İvakura’nın görevlendirmesi ile İstanbul’a yaptığı ziyaret gösterilmektedir.[1]
Bu ziyaretten 7 sene sonra 1878 de Japon okul gemisi Seiki’nin İstanbul’a yaptığı ziyaret ve bu ziyaret sebebi ile Osmanlı gazetelerinde Japonya ve Japonlarla ilgili haberlerin yayımlanması, Osmanlı toplumunun az da olsa Japonları tanımasına vesile olmuştur. Bu ziyaret esnasında İstanbul da on iki gün kalan Japon gemisi Haliç’e demirletilmiş, geminin komutanı ve üç subayına Padişah II. Abdülhamit tarafından birer Osmanlı nişanı verilmiştir. 1881 yılında Japon İmparatorluk hanedanından Prens Kato Hito başkanlığında bir heyetin İstanbul’u ziyareti ve aynı yıl Japon Dışişleri Bakanlığı Müşaviri Yoşida Masaharu’nun II. Abdülhamit tarafından kabulü ile Japon-Osmanlı ilişkileri gelişmeye başlamıştır.[2]
Ancak Japonya ile ilk kapsamlı resmi ilişkilerin başlangıcı, 1887 yılında Japon İmparatoru’nun yeğeni Prens Komatsu’nun İstanbul’u ziyareti iledir. Ekim 1886 dan Kasım 1887 ye kadar Amerika, Avrupa ülkeleri ve Çin’i kapsayan büyük bir inceleme gezisine çıkan Prens Komatsu, ilk Japon azilzadesi olarak İstanbul’u da ziyaret etmiş ve padişah II. Abdülhamit in huzuruna kabul edilerek, Japon İmparatoru’nun dostluk mesajını iletmiştir. II. Abdülhamit, Prens Komatsu ve heyetine büyük yakınlık göstermiş, itibarlı bir misafir olarak onları Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlamıştır. Ayrıca kendilerine madalya ve nişanlar da tevcih edilmiştir. Temsilcilerinin gördüğü büyük yakınlıktan ve padişah tarafından nişanlarla onurlandırılmalarından son derece mütehassis olan Japon İmparatoru Meici, II. Abdülhamit’e teşekkür mektubu gönderirken, Prens Komatsu da başta Sadrazam Kamil Paşa olmak üzere yakın ilgi gördüğü devlet adamlarına hediyeler ve nişanlar göndermiştir. Ayrıca ertesi yıl Japon hükümeti tarafından Prens Komatsu’nun görmüş olduğu yakın ilgiye ve misafirliğe teşekkür etmek üzere, padişaha Japonya’nın en büyük nişanı Büyük Krizantem Nişanı’nın verileceği ve buna karşılık da Osmanlı Devleti’nden Japon İmparatoru’na uygun bir nişanın verilmesinin mümkün olup olmadığı sorulmuştur. Osmanlı hükümeti de, mütekâbiliyet esasına uygun bir imtiyaz Nişanının itasının uygun olacağı görüşünü bildirmiştir.[3]
Japonya’ya bir askeri gemi gönderilmesinin görünürdeki nedeni, bu nişanın Japon İmparatoruna götürülmesi ve o yıl Deniz Harp Okulundan mezun olacak son sınıf öğrencilerine Çin ve Japonya sularında açık deniz eğitimi pratiği kazandırmak olmasına rağmen, perde arkasındaki nedenleri de vardır. Bu nedenleri çözümlemek için, ondokuzuncu yüzyıl sonlarındaki dünya konjonktürüne bakmak yeterli olacaktır.
Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu ilişkileri Alman İmparatoru II. Wilhelm’in Kasım 1889‘da İstanbul’a yaptığı ziyaretten beri gelişme göstermişti. Ayrıca, 1877’de Hindistan’da imparatorluk kuran, 1882 de Mısır’ı işgal eden ve Arabistan’ı işgal planları yapan İngiltere, sadece unvan olarak kalmış görünse de Hilafet makamının Osmanlı sultanının elinde olmasından son derece rahatsızdı. İşte İngiltere’nin İslam dünyasında Osmanlı İmparatorluğu’nu çevreleme politikalarından rahatsızlık duyan Sultan Abdülhamid bölgeye göndereceği bir askeri gemi ile, hem Japon imparatorunun nişanına karşılık vermeyi, hem de Hint okyanusuna kıyıdaş ancak Arap ırkından olmayan Müslüman toplulukların yaşadığı Hindistan, Malezya ve Endonezya gibi yörelere de uğrayacak bu geminin oralarda sultan-halifenin bayrağını göstererek Osmanlı sultanının sadece Arapların halifesi olmadığını göstereceğini düşünüyordu. Abdülhamid’in bu askeri gemi okul gemisi hüviyetinde olacağından konunun istismar edilmesini önlemeyi düşünmüş olması da mümkündür.
Sefer için ilk olarak daha sağlam ve yeni olan, makinesi de daha kuvvetli olan Asar-ı Tevfik gemisi düşünülmüştür. Ancak Girit ve Sisam adalarındaki karışıklıklar ve Arnavutluk tarafındaki ayaklanmalar yüzünden elde birkaç adet işe yarar gemi bırakmak düşüncesi ile Asar-ı Tevfik'den vazgeçilmiş, yerine Ertuğrul gemisi teklif edilmiştir.[4]
Ertuğrul gemisi 1854 yılında İstanbul Taşkızak Tersanesi’nde inşa edilmiş[5], 1869 yılında İngiltere de kazan montesi yapılmış, 1888 de kazan ve çevresi hariç bakımı yapılmış, ahşap, oldukça yaşlı, yıpranmış bir gemi idi. Bu geminin bu şekilde seyre çıkamayacağını rapor eden İngiliz Çarkçıbaşı Harty bey, ada vapurlarından birine tayin edilmiş[6], Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa tarafından hazırlık emri verilen Ertuğrul personelini tamamlamaya başlamıştı.
Gemi komutanlığına Bozcaadalı Hüsnü Paşa’nın damadı Miralay Osman bey atanmış, süvariliğe ise Basra komodorluğu yapmış, Hint denizlerine aşina, denizcilik ve seyir bilgisi yüksek olan Binbaşı Ali bey rütbesi yarbaylığa yükseltilerek tayin edilmiştir.[7]
Seyir hazırlıklarına ilave olarak, tüm personele ikişer adet aynı renk fesle, ikişer takım kışlık ve dörder takım yazlık elbise ve üçer çift ayakkabı verilmiş, gidilecek limanların fotoğraflarını tab etmek üzere bir fotoğrafhane tesis edilmiş, açık denizlerde taze et ihtiyacını karşılamak için 4-5 büyükbaş hayvan ve yeteri kadar koyun alabilecek bir ağıl oluşturulmuş, fesleri kalıplamak için top ambarında mangal kömürü ile çalışacak bir kalıphane dahi kurulmuştur.[8]
Erturul gemisi 54’ü subay, 13’ü son sınıf örenci subay olmak üzere toplam 617 personel ile 1889 yılı Temmuzunun ikinci Pazar günü İstanbul’dan hareket etmiştir. Ertuğrul gemisi Süveyş kanalında iken ilk kaza haberi de gelmiştir. Ceride-i Bahriye den[9] okuduğumuza göre, Ertuğrul, kılavuz gözetiminde iken Süveyş kanalında karaya oturmuş, kanal idaresinin yardımı ile kurtarıldıktan sonra kılavuzun gördüğü lüzum üzerine sahile bağlıyken rüzgar ve akıntının şiddeti ile ters yöne dönmüş, kıçı sahili bulmuştu. Bu çarpma sonucu dümen bodoslaması kırılarak denize düşmüş, yapılan araştırmalardan sonra söz konusu bodoslama bulunarak gemiye alınmıştı. Firkateynin Süveyş Limanında havuza çekilerek tamir edilmesi gereği, Osman Bey tarafından telgrafla Bahriye Nezareti’ne ve Mabeyn’e arz olunmuştu.[10]
İki aya yakın bir süre Süveyş’te (21 günü havuzda) kalan Ertuğrul, onarımı tamamlanarak 24 Eylül 1889 günü Süveyş’ten hareket etmiş ve 7 Ekim 1889’da Aden’e varmıştır.[11] Ertuğrul, 11 Ekim 1889’da Seylan/Kolombo’ya müteveccih olarak hareket ettiği halde, ikibin yüz millik bu mesafeyi rüzgar kesilirse kömürü de yetmeyeceğinden rotasını bin altı yüz mil mesafedeki Bombay’a çevirmiş, 21 Ekim günü Bombay limanına varmıştır. Gemi Bombay’da büyük bir ziyaretçi akınına uğramıştır.
27 Ekim günü Bombay’dan Kolombo’ya hareket eden Ertuğrul, hareketinin altıncı gününde baş tarafından su almaya başlamış, yapılan kontrolde baş bodoslama kaplamalarının tamamıyla çürüdüğü görülmüştür. Gemi imkanları ile onarım yapıldıktan sonra kapsamlı onarımın Singapur’da yaptırılmasına karar verilerek, 11 Kasım 1889 günü Kolombo’ya varılmıştır. Seylan halkı gemiye Bombay’daki kadar alaka göstermiş kalınan birkaç günde gemiyi binlerce kişi ziyaret etmiştir. 13 Kasım 1889 günü Kolombo’dan hareket edilmiş, 1500 millik mesafe 15 günde kat edilerek 28 Kasım 1889 da Singapur’a varılmıştır. Burada 3 ay kadar kalan Ertuğrul havuza alınarak baş bodoslama kaplamaları değiştirilmiş, Yine Singapur’da Komutan Osman Bey’in paşalığa terfi ettirildiğine dair telgraf gemiye ulaşmıştır. 3 Mart 1890’da Singapur’dan hareket eden gemi 10 Mart günü Saygon limanına varmıştı. Burada 10 gün kalındıktan sonra Hong-Kong’a hareket edilmiş, ancak şiddetli bir fırtınaya yakalanarak tekrar Saygon limanına dönülmüştür. 8 Nisan günü tekrar Hong-Kong’a hareket eden Ertuğrul, 15 Nisan 1890’da limana varmış, 22 Nisan günü Nagazaki’ye gitmek üzere yola çıkmıştır. Şiddetli bir fırtına sonucu Çin’in Fuço limanına sığınılmış, burada 10 gün beklenildikten sonra, Nagazaki, Kobe limanlarına uğranılarak İstanbul’dan hareketinden 11.5 ay sonra 17 Haziran 1890 günü Yokohama’ya varılmıştır.
Japonya da kalınan 3 ay zarfında İmparator tarafından kabul edilen Ertuğrul kumandanı Tuğamiral Osman Bey, Japon İmparatoruna Padişahın büyük nişanını ve çeşitli hediyeleri takdim etmiştir.[12]
15 Eylül 1890 günü Yokohama dan hareket eden Ertuğrul hareketinden 3 gün sonra şiddetli bir fırtınaya yakalanarak 11 Eylül 1890 günü gece 21.00 civarlarında Kobe yakınlarında Oşima kayalıklarına çarparak batmış kurtulan 69 personel haricinde, komutan Osman Bey dahil tümü şehit olmuştur. Batan firkateynden kurtulan 6 subay ve 63 er, Hei ve Kongo adlı Japon Kruvazörleri ile Ocak 1891 de İstanbul a getirilmişlerdir.[13]
[1] Türk Japon İlişkileri ve Ertuğrul Firkateyni’nin Öyküsü, Kültür Yayınları Tarih Dizisi: 52, Ankara: Deniz Kuvvetleri Basımevi, s. 55.
[2] a.g.e., s. 56.
[3] a.g.e., ss. 57-57. (II. Abdülhamit’e Japon İmparatoru’nun gönderdiği Büyük Krizantem Nişanı halen Topkapı Sarayı Hazine Dairesi’nde teşhir edilmektedir.)
[4] Arif Hikmet Fevzi ILGAZ, Hasene ILGAZ, Ertuğrul Firkateyni (Yüzüncü Yıl Armağanı), Türkiye Şehitlikleri İmar Vakfı Yayınları No:3. (t.y.), s. ı3.
[5] Deniz Kuvvetleri Dergisi, Sayı: 593 Eki, Temmuz 2005, s. 2.
[6] Osman ÖNDEŞ, Ertuğrul Firkateyni Faciası, Belge Yayınları, 1972, s. 11.
[7] ILGAZ, a.g.e., s. 15.
[9] Ceridei Bahriye’nin yayınlanmaya başlamasıyla Ertuğrul gemisinin seyri aynı zamana rastlamaktadır. Bu dergi bugünkü Deniz Kuvvetler Dergisi’nin o zamanki adıdır.
[11] Deniz Kuvvetleri Dergisi, Sayı: 593 Eki, Temmuz 2005, ss. 10-11.