Bugun...


Dr. Abdullah Köktürk

facebook-paylas
19. Yüzyılda Denizcilik Eğitimimize Ait Bir İnceleme (Muhbir-i Sürur Okul Gemisi)
Tarih: 02-10-2015 22:59:00 Güncelleme: 02-10-2015 23:07:00


Dünyamızı kaplayan denizler ve okyanuslar çeşitli besin, hammadde ve enerji kaynağı olduğu kadar, bunların taşındığı ulaşım yolları olarak da hizmet vermektedirler. Denizler ve okyanusların bir başka işlevleri de kültürel yönden de en etkin iletişim alanları olmalarıdır. İnsanlık tarihinde bu denli önem taşıyan denizler ve okyanusların kullanılmasında en önemli faktör şüphesiz eğitimdir.

Üç kıtaya yayılan, deniz yollarının yanı sıra, ipek ve baharat yollarına hakim bir coğrafyada 6 asır hükümran olan Osmanlı İmparatorluğunun bu kıtaların denizlerine de egemen olmak istemesi doğaldı. Nitekim Osmanlı’nın tüm mücadelelerinde denizler ve su yolları temel esas olmuştur.

Osmanlılar Anadolu’ya geldiklerinde Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu uygarlığı ile karşılaşmış, denizlerde de bu uygarlıkların parçası olan Bizans, Venedik ve Cenevizliler ile haşır neşir olmuşlardır. Kısaca Akdeniz denizciliği diyebileceğimiz bu dönem Osmanlı’yı Akdeniz’de hükümran kılmıştır. Günümüzde de bu denizciliğin kalıntılarını görmekteyiz. Örneğin denizcilik terimleri, yelkencilik ve buna benzer kıyı denizcilik faaliyetlerinde Akdeniz denizciliğinin izleri halen devam etmektedir. Hatta tüm denizcilik okullarında gemicilik adı ile okutulan dersler genelde Akdeniz denizciliğidir.

Avrupalı denizciler tarafından XVI. yüzyıl’dan itibaren okyanuslara çıkılması ve Amerika gibi yeni kıtalara yerleşilmesi dünya denizciliğinin de boyutlarını değiştirmiştir. İspanyol, Portekiz ve hatta Fransızların başlattığı okyanus seferleri ve Amerika’nın keşfi hareketi daha sonra İskandinav denizcilerinin eline geçmiştir. İskandinav denizcilerinin bu hakimiyeti denizcilik eğitimine de yeni boyutlar getirmiştir. IMO olarak bilinen Dünya Denizcilik Örgütü’nün doğuşunun da bu şekilde meydana geldiği değerlendirilmektedir.

 

I. Osmanlı Denizciliğinde Eğitim

Osmanlı İmparatorluğunda denizcilik eğitimlerini temelde iki bölüm halinde incelemek mümkündür.

Osmanlı İmparatorluğu denizcilik eğitimini başlangıçta  Karasioğulları, Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Menteşeoğulları ve Çandaroğulları gibi anadolu beyliklerinden alıp bunlardan yararlanmıştı. İstanbul’un fethi ile birlikte bunu kendi hükümranlığında icra etmeye başlamıştır. Fatih’in Kasımpaşa’da kurduğu Tersane-i Amire’de teşkil olunan odalarda[1] denizcilikle ilgili eğitimler verildiği bilinmektedir.

İmparatorluk toprakları genişleyip, Tuna, Kızıldeniz, Süveyş ve Basra kaptanlığı gibi denizcilikle ilgili kurumlar artınca buralardaki denizcilerinde eğitilmesi gündeme gelmiş ve Kaptan-ı Deryalık makamının bu yerlerde yetkilendirdiği kişilerce gemi adamları yetiştirilmiştir.[2]

Ancak Osmanlıyı eğitimli denizci yapmaya mecbur eden en önemli olay şüphesiz 1770 de uğradığı Çeşme Baskınıdır. Bu tarihe kadar imparatorluğun temel stratejisini Rusları Karadeniz’e çıkarmamak ve İsveç’in de Baltık da bu ülkenin denizlerden yararlanmasına engel olması oluşturuyordu. Bu suretle Rusya o dönemin en zengin havzası olan Akdeniz’den yararlanamıyordu. Sanayi devrimi ile birlikte gelişen İngiltere Osmanlı’nın bu stratejisini parçalayacaktı.

İngilizlerin etkisi ve katkısı ile Baltık’dan gelen Rus donanması 6 Temmuz 1770’de Çeşme’de yine İngiliz subaylarının yardımı ile Osmanlı donanmasını kıstırarak yakmış ve bu olay 1773’de Mühendishane-i Bahri Hümayun’un kurulmasının en büyük sebebi olmuştur.

 

II. Osmanlı Deniz Harp Okulu Öğrencilerinin Tatbiki Deniz Eğitimleri

Mühendishane-i Bahri Hümayun’da (Deniz Harp Okulu) eğitim verenler genellikle İngiliz kökenli idi ve subay adaylarına muhakkak deniz eğitimi yaptırıyorlardı. Bu nedenle Osmanlı donanmasında birkaç eğitim gemisi her zaman mevcut olmuştur. Bu gemilerle öğrenciler her yıl belli bir süre denizlerde eğitime çıkıyorlardı. Bu deniz stajlarının temel amacı; denizciliği öğrenmek, sahilleri tanımak, sancak göstermek ve aynı zamanda Akdeniz ve Ege’deki denizcilikle ilgili kurum ve kuruluşları[3] denetlemekti.

Osmanlı toprakları ve buna bağlı olarak denizlerinin kıyıları geniş olduğundan eğitimler bir yıl doğu, ertesi yıl da batı kesime planlanıyordu. Bundan dolayı Hüdavendigar Fırkateyni 1872 de okul gemisi olarak Trablus ve Tunus’a istinaden bir eğitim seyri icra etmişti.

Biz bu tatbiki deniz eğitimleri içinde 1873-1874 tarihlerinde Muhbir-İ Sürur okul gemisi ile Hindistan’a istinaden yapılan ve yaklaşık 10,5 ay süren seyri inceleyeceğiz.

Muhbir-i Sürur 1846 yılında Amerika’da inşa edilmiş 1477 tonluk 6 top’a sahip bir gemi idi. Yelkenle 9-10, makine ile de 10-12 mil sürat yapabiliyordu. Geminin personeli 70’i subay 615 kişi idi.

Gemi seyir hazırlıklarına 1873 Mayıs ayında başlamıştı. 1873 yılı  Haziran-Ekim ayları arasında 3 ay boyunca haliçte başta öğrenci yaşam mahalleri olmak üzere bazı tadilatlar da yapılarak gemi bu uzun seyre hazır hale getirilmişti.

Geminin süvarisi sonradan Koramiral ve Bahriye Şurası Başkanı olacak olan Binbaşı Mehmet Bey idi. Komutan ise Albay Nakkaş İsmail Bey’di.

Gemide 3 adet de Osmanlı hizmetine alınmış İngiliz subaylar vardı. Bunlardan birisi sonradan Koramiral olarak da görev yapacak olan ve gemideki görevi başöğretmen olan Yarbay Woods[4], diğeri gemide makine subaylığı ve makine dersi öğretmenliği yapan Rauben Warren, bir diğeri de Topçu Subayı Conolley idi.[5]

Geminin seyir subayı daha sonradan Deniz Eğitim Komutanı ve Koramiral olacak Kd. Ütğm. Hüsnü bey, Başçarkçısı ise Binbaşı Sait Beydi.[6]

Muhbir-İ Sürur 3. ve 4. sınıflardan 32 şer öğrenci olmak üzere 64 öğrenciyi alarak 10 Ekim 1873 de haliçten hareket etti.

11 Ekim günü Gelibolu’ya varıldı. 12 Ekim’de Midilli’ye hareket edildi. Boğaz makine ile geçildi, boğaz çıkışından sonra makine yerini yelkene bıraktı. Midilli’de İstanbul’dan havale edilen paranın alınması için birkaç gün beklendikten sonra 16 Ekimde Marmaris’e hareket edildi.

Tüm öğrencinin fiili gemicilik eğitimleri yapmak üzere armada görev alması sağlanarak daha çok yelkenle gidiliyor, bu nedenle yaklaşık 8 knot sürat yapılabiliyordu. Geceleri yıldızlardan rasat yapılarak astronomik seyirle yola devam ediliyordu. Öğrencilerin sahili tanımalarını sağlamak ve dar su eğitimleri de yapabilmek için Sakız ve Sisam boğazları tercih edilmişti.

17 Ekimde Marmaris limanına demirlenmişti. Burada kalınan 3 gün boyunca öğrenciler sahile çıkarılarak Kanuni devrinde yapılan Rodos seferi hakkında öğretmenler tarafından bilgilendirildi ve 20 Ekimde Marmaris’ten Port-Said limanına gitmek üzere hareket edildi.

Port-Said limanına kadar geçen 8 gün boyunca çektikleri şiddetli fırtına ve deniz sanki onları Hint Okyanusu’nda görecekleri ağır deniz şartlarına alıştırıyor gibiydi.

Süveyş Kanalı açılalı daha 4 yıl olmuştu ve Fransız bir şirket tarafından işletiliyordu, Fransızlar uzun uğraşılar sonunda İngilizlerin karşı çıkmasına rağmen Mısır Hidiv’i Said Paşa ile anlaşarak kanalı inşa etmişler, 99 yıllık imtiyaz karşılığında ve her yıl gelirlerinin yüzde 15’i Mısır a verilmek üzere  ve bir miktar da hisse verilerek Mısır Hükümetini de ortak etmişlerdi. 1869 de açılan Kanaldaki 4 milyon Paundluk mısır hissesi borçları karşılığında İngilizlerce alınacak ve 1882’de İngilizlerin Mısır’ı işgali ile kanal İngiliz idaresine geçecektir. 20. yüzyıl ile birlikte gelen petrol taşımacılığı ile daha da önem kazanan Süveyş kanalı, 1950’lere kadar Mısır’ın içinde ama Mısır’a ait olmayan yabancı bir işletme halinde kalacak, ancak 1952 ihtilalinden sonra devletleştirilecektir.

Muhbir 2 Kasım günü Port-Said’den hareketle kanal geçişi için şirkete 390 altın vergi ödeyerek ve sadece gündüz seyri ile 4 Kasım günü Süveyş’e demirledi. Burada ikmal için 5 gün beklenerek bu sırada öğrenciye Süveyş’teki tersane, havuz ve fabrikalar hakkında çeşitli bilgiler verildi.[7]

9 Kasım günü makinesini kullanarak Kızıldeniz’e çıkan Muhbir-i Sürur daha sonra devamlı yelken seyri yaparak 14 Kasımda Cidde’ye ulaşmıştı.

Tüm öğrencilerin bir seyir defteri tutması zorunlu idi. Bu defterlere seyirdeki tüm olaylar ve uğranılan iskele ve limanların krokileri çiziliyordu.[8]

Cidde’de karaya çıkılarak öncelikle saatlerin tashihi için meridyeni ve paraleli bilinen Şafii Camiine gidildi, gereken hesaplar yapıldıktan sonra Cidde’deki eski kalenin surları ve diğer ziyaretler yapıldı.

22 Kasım günü Cidde’den hareket eden Muhbir-İ Sürur rüzgar güneyden estiği için makinesi ile seyretmeye başladı. Öğrenci yelken işlerinden kurtulduğu için silah talimleri yapılıyordu. Ancak gece makine arıza yapınca yelkenlerin donatılması gerekti. Pruvadan esen rüzgara karşı volta seyri yapılıyordu. Bu sıkıntılı durumu eğlenceli ve faydalı hale getirmek için denize tahtalardan yapılmış bir hedef bırakılarak 1500 yardadan hedef üzerine top atışları icra edilerek zaman değerlendirilmeye çalışılıyordu.

Zaten ikinci akşam makine onarılarak yelkenlerde sarılmıştı. Ancak ters esen rüzgar seyri engelliyordu. Mevcut 4 kazan birden yakıldığı halde 5 milden fazla sürat temin edilemiyordu. Sonuçta bu süratle 25 Kasım günü Yemen’in kuzeybatısındaki Kamaran Adasına varıldı. Burada bir kömür istasyonu mevcuttu ve Muhbir-İ Sürur un buraya demirlediği gün karantina gemisi[9] olarak kullanılan Seddülbahir Ganbot’u da orada bulunuyordu. Öğrenci limana çıkarılıp adanın haritası ve nişancılık eğitimleri yaptırıldı.

Kamaran Adasından 5 Aralık 1873’de hareket edilerek aynı gün Hüdeyde’ye varıldı. Ertesi gün hareket edildi ise de hava muhalefetinden dolayı bölgede bulunan Zuğur Adasının rüzgar altına demirlendi. 7 Aralık günü hareket eden geminin sürati karşıdan esen rüzgar sebebiyle 3 mile kadar düşmüştü. Mendep Boğazı zorlukla geçilerek 9 Aralıkta Osmanlı idaresi altındaki Aden limanına demirlendi. Burada Cidde ve Kamaran’da ki kolera salgını bahane edilerek 21 gün süreyle karantinada tutulan gemi ikmalini tamamlayıp ve 200 ton kömür alarak 30 Aralık’ta Asya kıyıları istikametine hareket etmiştir.

Muhbir-İ Sürur’un bundan sonraki rotası doğruca Bombay’dı. Bu niyetle Umman Denizi’ne giren gemi tam pruvadan esen şiddetli bir rüzgarla karşı karşıya kaldı. Yelkenle seyretmek mümkün değildi. Bunun üzerine yelkenler sarıldı hatta bununla da kalınmayarak yelken direkleri de arya edildi. Makine ile seyre devam etmeye karar verildi. Esasında engin denizde makine çalıştırmak talimnameler ile yasaklanmıştı. Ancak Arabistan güneyinde koskoca Umman denizinde Muhbir-İ Sürur’u kim görecekti. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Sabah saatlerinde pruvada bir yelken göründü. Karşıdan rüzgarın önüne düşmüş gelen bu gemi Muzaffer Korveti idi ve Korvet’de Basra’yı teftiş den Kızıldeniz’e dönen Komodor bulunuyordu. Muzaffer Korveti Muhbir’in bordasına yaklaştığında işaretle süvariyi çağırdı. Biraz sonra Komutan ve Süvari filikayla Komodor gemisine gittiler. Döndüklerinde Komutanın üzgün ve sinirli olduğu görüldü. Hemen makinelerin durması ve yelkenlerin açılması emri verildi. Talimatlara aykırı hareket eden gemi, hiçbir amirin gözünün göremeyeceği sanılan Umman Denizinin ortasında işte böyle yakalanmıştı[10] ve anlaşılıyordu ki Osmanlı hala merkeziyetçiliğini sürdürüyordu.

Bundan sonra Muhbir-i Sürur yelkenle 24 saatte volta seyirle ancak 9 mil mesafe kat edebildi. Böyle devam ederse ancak 4.5 ayda Bombay’a varabileceklerdi, halbuki gemide 1.5 aylık kumanya vardı. Bunun üzerine rota Umman’ın Maskat limanına çevrildi. Havanın bu kötü durumuna rağmen dersler devam ediyordu.

8 Ocakta top talimleri yapıldı. 9’unda Korye-Morye Adaları, 10’unda da Mesire adaları bordalandı. 11 Ocak’ta  Sülhad Burnu dolaşılarak Maskat limanına demirlendi. Aden’den bu limana kadar olan 1200 millik mesafe saatte ortalama 4 mil süratle 13 günde kat edilmişti.

Muhbir-i Sürur’un Maskat limanına gelişinin ertesi günü o tarihlerde bağımsız olan Umman hükümetine ait Maskat isimli korvet vizite amacı ile gemiyi ziyaret etti. Yine o gün Lübnan isimli Türk korveti de limana girip demirledi. Akşama doğru da bir İngiliz ganbotu gelince liman bayağı hareketlenmişti. Umman hakimi Seydi Türki süvari tarafından ziyaret edildi. Geminin kömür ihtiyacı karşılanmaya çalışılsa da fiyatın yüksekliği ve diğer ikmal işleri için rota bu sefer Basra’ya çevrildi.

16 Ocak’ta Maskat’dan hareket edildi. Ancak şiddetli karayele karşı volta seyriyle 3 gün sonra Hürmüz Boğazı geçilerek önce Kayıs Adası altına demirlendi. Daha sonra Fav Boğazı yoluyla Şatülarap nehrine girilerek 25 Ocakta Basra önüne gelindi. Burada kalınan 27 gün boyunca öğrencilerin imtihanları yapıldığı gibi, kömür ve diğer malzeme ikmali de tamamlandı. Şubat’ın 18 inde Şat’Ül Arab’tan inilmeye başlandı. Fav boğazından çıkılırken sığlıklar arasından geçildiği için denize indirilen bir filika ile iskandil alınıyordu. Ayın 21’inde gelişen olay gemiyi tam bir mateme boğmuştur. Personel arasında dizanteri salgını çıkmıştı ve aynı gün vefat eden 4 asker yurtlarından binlerce mil uzakta merasimle denize defnedildi.

22 Şubat günü Bender-Abbas’a varıldı. Burada 2 gün kaldıktan sonra makine ile Hürmüz Boğazı geçilip, yelkenle seyre başlandı. Rüzgar o kadar hafifti ki gemi dümen dahi dinlemiyor ve sahile düşüyordu. Ancak denize 2 filika indirilerek gemiyi sahilden onlar yardımı ile açmak gerekmişti.

Ertesi gün kuvvetli bir havanın çıkacağı anlaşılınca babafingo yelkenler sarıldı ve gabyalar camadana vuruldu. Keşişleme rüzgar başlamakta gecikmedi. Muhbir-İ Sürur orsa seyri ile Belucistan sahillerine doğru 5-6 mil süratle ilerliyordu. 1 Mart günü dizanteriden vefat eden bir asker daha ayni hazin merasimle denize defnedildi.

4 Mart günü Belucistan sınırındaki Karaçi limanına varıldı. Burada kalınan 1 gün boyunca öğrenciler şehrin müze, kütüphane ve hayvanat bahçesi gibi yerlerine götürüldü. 5 Mart günü Karaçi’den demir alan gemi Bombay’a doğru seyre başladı. Hava lodoslamıştı ve deniz fırkateyne sancak baş omuzluktan çarparak fena halde hırpalıyordu. Böyle sallantılı bir zamanda birdenbire muharebe borusu çalmaya başladı. Komutan denizli havada personelin harp kıfayetini denemek istemişti. Savaş talimi gerçek bir top muharebesi gibi başlamıştı. Lumbarlar açıldı. Toplar sürüldü, yarım hartuçla atışlar başladı. Talim sona erince gemi normal seyir düzenini aldı.[11]

Ertesi gün dizanteriye altıncı ve son kurban da verildi. 10 Mart günü Muhbir-i Sürur Bombay limanına girerek şamandıraya bağladı. Çevrede daha 300’den fazla şamandıra vardı ve neredeyse hepsi dolu idi. İki gün temizlikle uğraşıldıktan sonra 3. gün sahile çıkılmasına izin verildi. Bombay’da bulunan 12 gün boyunca gemi her gün binlerce kişi tarafından ziyaret edilmiştir. Sadece Bombay’dan değil çevre illerden gelen ziyaretçilerin sorup öğrenmek istediği şeylerin başında Türk devletinin kudreti vardı. Ay yıldızlı bayrağın temsil ettiği ordu buradaki 100 milyonluk Müslüman kütlesine heyecan veriyordu. Personele her gün ziyafetler veriliyor, hatta gemide kalanlara bile tablalarla yemek gönderiliyordu. Gün geçtikçe artan bu ilgi tabi ki mahalli hükümette endişe oluşturmakta gecikmedi. 14 sene sonra 1888 de Ertuğrul gemisi bu limanlara uğradığında da aynı heyecanı oluşturacaktı.

Bombay Bahriye Nezareti tarafından çizilmiş seyahat programının son noktasını oluşturuyordu. Öğrenciler Doğu Akdeniz’den başka, Kızıldeniz, Umman Denizi, Basra Körfezi ve Hint Okyanusunu görmüşler, Süveyş’ten Basra’ya kadar Osmanlı İmparatorluğunun güney sahillerini öğrenmişler ve bu seyahatten çok faydalanmışlardı. Bu seyre katılan öğrencilerden biraz sonra isimlerini arz edeceğim çok kıymetli deniz subaylarının yetişmesinin sebeplerinden birisi de budur.

Muhbir-i Sürur 1874’ün 23 Martında Bombay’dan hareket etti. Daha çok yelken kullanarak ve denizinde uygunluğundan Hint Okyanusunu 14 günde geçerek 6 Nisan’da Somali’nin Gordofay Burnunun 150 mil doğusunda bulunan Sokotra Adası  bordalandı. Liman önünde beklenilerek adaya bir filika gönderildi. Çünkü Basra’dan alınan peksimetin hepsi böceklenmiş ve gemide başka yiyecek de kalmamıştı. Ancak adada erzak bulunamayınca Mendep Boğazına rota verilerek Aden açığından geçildi ve 14 Nisan’da Kamaran limanına demirlendi. Buraya gönderilen iki filika 20 koyundan başka bir şey getirmedi. Açlık tehlikesi ciddi bir hal almıştı. Aden’e uğranılıp erzak temin edilememesinin sebebi de parasızlıktı ve buna çözüm bulabilmek için bir an evvel Cidde’ye gitmekten başka çare yoktu. 17 Nisan’da Kamaran’dan demir alınarak yelkenle seyre başlandı. Ancak rüzgar kuzeyden fırtınaya dönünce kömüründe azlığına rağmen makine çalıştırılarak Cidde’ye doğru yükselinmeye başlandı.

21 Nisan’da makinede oluşan bir arıza seyahat süresindeki en zorlu günlerin yaşanmasına sebep oldu.[12] Makine durdu, yelkenlerde sarılı olduğundan gemi büyük bir tehlike içinde kaldı. Neyseki makine subayları kısa zamanda makineyi çalıştırdılar ve gemi 4.5 mil süratle yoluna devam etmeye başladı. Ancak fırtına her saat artıyor, makine ve yelkenle seyredilmesine rağmen sürat gittikçe düşüyordu. Bu sürat de dümen tesirini azalttığından yalpa 30 dereceye çıkmış, personelin bir kısmı da deniz tutması yüzünden çalışamaz hale gelmişti. Bu arada Stimbot mapalarını kırarak devrildi ve altına uzanmış bir asker de denize giderek dalgalar arasında kayboldu. Fırkateyn artık seyre devam edemiyordu ve Cidde’ye 70 mil kadar yaklaştığı sırada rüzgarın önünde 8-9 mil süratle Afrika sahillerine düşmeye başladı. 23 Nisan günü Sudan’ın Sevakin limanının 40 mil kadar güneyinde Nevars adında ıssız bir limana varıldı ve buraya demirlendi. Airpump’ın pininin yedeği burada değiştirildi. Ancak Cidde’ye gidecek kadar bile kömür kalmamıştı. Burada kalınan 14 gün boyunca öğrenciyi meşgul etmek için gündüzleri çeşitli dersler yapıldığı gibi akşamları da filikalarla yelken ve kürek yarışları yapılıyordu. En sonunda Mısır’dan gelen Küvit Vapuru’nun getirdiği 130 ton kömür ve erzak sayesinde hareket eden Muhbir 10 Mayıs’ta Cidde’ye demirledi. Buradan bir miktar daha erzak alarak Süveyş’e gelen Muhbir, buradan İstanbul’a çektiği telgrafın sonucunda aldığı emir sonucu kanalı geçerek 17 Haziran 1874’te yani İstanbul’dan çıkışından 8 ay sonra Sayda’ya demirledi.[13]

3 Temmuz günü İzmir, Edirne ve Bursa korvetlerinden oluşan bir filotilla Koramiral Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa[14] komutasında limana geldi. Hüsnü Paşa aldığı emir üzerine Muhbir’e geçti ve limandaki Muzaffer Korvetini de alarak 5 gemilik bir filotilla şeklinde denize açıldı. Daima yelken kullanılarak ve filo manevraları yapılarak Afrika sahillerine inildi. Derne, Trablus ve Tunus limanları dolaşıldı. Muhbir-İ Sürur’un programında bu safha yoktu. Ancak yaptıkları tek gemi eğitimleri üzerine bu sefer filo manevralarını da görmek ve Kuzey Afrika sahillerini tanımak öğrenciler için çok faydalı olmuştu.

Filonun Tunus’da bulunduğu sırada Karadağ isyanı sebebi ile korvetlerin Adriyatik denizine hareket emri gelince Hüsnü Paşa Muhbir-i Sürur’u İstanbul’a gitmek üzere serbest bırakarak, kendisi 4 korvetle İyon Denizi’ne hareket etti. Nakkaş İsmail Bey Sayda da vazifesinden ayrılmış olduğu için gemi, süvarisi olup seyir esnasında Yarbaylığa terfi etmiş olan Mehmet Bey’in kumandasında önce Girit’in Suda limanına uğrayıp kömür ikmalini tamamladıktan sonra 10.5 aylık bu seyri tamamlayarak Ağustos sonunda İstanbul’a intikal etmiştir.

Muhbir-İ Sürur ile bu seyahate katılan deniz subayları daha sonra donanmada çeşitli görevlerde oldukça başarılı olmuşlardır. Bunlardan bazıları 1897-1908 yılları arasında 11 yıl Bahriye Mektebi komutanlığı yapan Arif Bey, Ord. Prof. Ata NUTKU’nun babası, Donanma Dergisi ve Deniz Müzesi’nin kurucusu aynı zamanda Em. As. Hakim ve eski milletvekillerinden Süleyman NUTKU, yine bir okul olarak Japonya’ya giden ve dönüşte 1890 yılında trajik bir biçimde batan Ertuğrul Fırkateyninde 2. Komutan olarak şehit olan Binbaşı Nuri, Bahriye Nazırlığına kadar yükselen Koramiral Arif Hikmet, 1892-1894 arası Albay rütbesi ile Bahriye Mektebi Komutanlığı yapıp, Koramiralliğinde vefat eden Mehmet Raşit, Kızıldeniz Komodoru iken çatışmada şehit olan Binbaşı Hamdi ve daha birçok kıymetli deniz subayı sayılabilir.[15]

 

Sonuç

Hüdavendigar Fırkateyninin okul gemisi olarak 1872 de yaptığı Kuzey Afrika seyahatinden sonra 1874 de Muhbir-İ Sürur’un Hindistan’a istinaden yaptığı bu seyir öğrencilerin Doğu Akdeniz’den başka, Kızıl Deniz, Umman Denizi, Basra Körfezi ve Hint Okyanusunu görmelerini sağlamış, Süveyş’ten Basra’ya kadar Osmanlı İmparatorluğunun güney sahillerini ve Kuzey Afrika kıyılarını öğrenmişler, armada aldıkları görevlerle yelkencilik hakkında çok değerli bilgiler edinmişler, stimli makineyi tanımışlar, denizli havada görev yapmanın zorluklarını görürken, dar sularda seyir dahil tüm tek gemi eğitim rolelerini yapmış, gemideki hafif silah ve topları tanırken nişancılık ve fiili atış eğitimleri de yapmaya fırsat bulmuşlardır. Gemi vasıtalarının indirilmesi ve kullanılması, demirleme gibi gemicilik eğitimleri alırken yaşadıkları birkaç küçük yangında yangın ve Y/S’nın önemini de kavramışlardır.

Bu seyir öğrenciler için çok faydalı olduğu gibi Bahriye Nezaretinin de bundan sonra okul gemisi yapılacak gemilerin hangi özelliklere sahip olması gerektiği, tatbiki deniz eğitimlerinde uygulanacak müfredat programı ve en önemlisi de para durumları gibi birçok konuda dersler çıkarılmasına sebep olmuştur. Yukarıda gördüğümüz gibi fırkateyn parasızlıktan dolayı kömürsüz ve erzaksız kalarak büyük zorluklar çekmiştir. Bundan başka bu seyirde 3. ve 4. sınıfların öğrenci olduklarından dolayı maaşların azlığı göz önüne alınarak harbiye sınıfları ikiye indirilerek 3. ve 4. sınıfların Teğmen maaşı ve iaşesi alarak okumaları sağlanmıştır.

 

 

 

[1] İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilatı, TTK Yayını, Ankara, 1992.

[2] Ali İhsan Gencer, Bahriyede Yapılan  İslahat Hareketleri ve Bahriye Nezaretinin Kuruluşu, İstanbul, 1985.

[3] Vapurlar İçin Kömür Sorunu ve Doğu Akdeniz’deki Kömür Ambarları hk. Daha fazla bilgi için bkz. Ali İhsan Gencer, Türk Denizcilik Tarihi Araştırmaları, TDS Yayını, İstanbul, 1986, s. 19-32.

[4] Sir Henry Felix Woods, yarbay olarak girdiği Osmanlı Bahriyesine 40 yıl (1869-1909) hizmet vererek koramiral rütbesi ile emekliye ayrılan İngiliz deniz subayı, Deniz Harp Okulunda seyir ve torpido öğretmenliği yapmış, Hüdavendigar okul gemisinde ve 1877 Osmanlı-Rus savaşında Karadeniz filosunda bulunmuştur. Daha geniş bilgi için Sir Henry F. Woods, Türkiye Anıları (Osmanlı Bahriyesinde 40 yıl 1869-1909 ), çev. Fahri Çoker, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1977.

[5] Fahri Çoker, Bahriyemizin Yakın Tarihinden Kesitler, Dz. K. K. Basımevi, Ankara, 1994, s. 209.

[6] Feyzi Kurtoğlu, Deniz Mektepleri Tarihçesi, Deniz Matbaası, 1941, s. 51.

[7] Kurtoğlu, a.g.e., s. 56.

[8] a.g.e., s. 56.

[9] Karantina Gemisi; limana gelen gemilerde bulaşıcı hastalık kontrolü yapmak üzere Karantina İdaresine bağlı olarak görev yapan gemi (Karanrina İdaresi 1837 de kurulmuştur)

[10] Kurtoğlu, a.g.e., s. 58.

[11] a.g.e., s. 63.

[12] ‘’Lowpreşer silindirden hareket alan airpump’ın pini kırılmıştı ve bunun yedek pin ile değiştirilmesi için bir limana inmek zorunlu idi. Makine subayları airpump’ı devreden çıkarıp, buraya gelen stimi de manikalarla dışarı verip makineyi çalıştırdılar.’’ Kurtoğlu, a.g.e., s. 65.

[13] Kurtoğlu, a.g.e., s. 66.

[14] Abdülhamit döneminin ünlü Bahriye Nazırlarındandır. Bu görevi 22 yıl sürdürmüştür. Girit ve Karadağ isyanlarında ve 1877 Osmanlı-Rus savaşında büyük yararlıklar göstermiştir. Daha fazla bilgi için; Fahri Çoker, Deniz Harp Okulumuz 1773, Dz.K.K. Basımevi, Ankara, 1994, S. III-26, Büyükamiral Hasan Hüsnü Paşa 

[15] Fahri ÇOKER, Deniz Harp Okulumuz 1773, Dz.K.K. Karargah Basımevi, Ankara, 1994, S. II-23 ve II-24.



Bu yazı 24387 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

AKP Nasıl Kazanıyor?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI